Çoban Olarak Doğdum
Sekiz çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak doğdum. Aklım erdiğinde kapımızda 100 arı kovanı, 50 koyun ve 10 sığır vardı. Kendimi otomatik olarak onları güderken buldum. Yani "çoban" olarak doğdum diyebilirim.
Köyümüz ilçeye uzaktı ve yol da yoktu. Sadece kamyon ve minibüs çalışırdı. Ama köyümüzde bulunmuyordu. (70'li yılların başı). Bu yüzden fırın ekmeği (beyaz ekmek veya şehir ekmeği) ile tanışmam çok zaman aldı. Soframızda rutin olarak mısır ekmeği, bal, yoğurt, süt, tereyağı, ısırgan, kara lahana, turşu, patates ve türlü (etsiz) bulunurdu. Hep şehirden gelenlere özenirdim.
Hatta bir gün kahvaltıda babama "biz ne kadar fakiriz, sofrada bir şey yok" dediğimi hatırlıyorum. Babam da "o zaman git sofrasında çok ürün bulunanlara git" dedi hiç ikilemeden. 45 sene sonra Uludağ Ün. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar bir paylaşımdan sonra beni aradı ve "senin neden bu kadar zeki ve çalışkan olduğunu çözdüm" dedi.
"Neden?" dedim.
"Neden olacak" dedi "bal, tereyağı, ısırganla ... büyümüşsün. Keşke yeni nesil bunları bulup yiyebilse" dedi. Biraz rahatladım tabii.
Tarım kanallarında Türkiye ve Dünyayı gezip, bitki ve hayvan besleme programları yapınca kendi yediklerimin yanlış olduğunu, daha doğrusu insan beslemesine dair hiçbir şey bilmediğimi, adeta "ezbere yaşadığımı" fark ettim. Sadece ben değil, çoğumuz benim gibiymiş.
Son 5 yıldır bütün enerjimi insan beslemesine ve doğal ürünlere harcadım.
"Akan, yakan, kokan, sokan ve acı" ürünlerin şifa olduğunu gördüm. Yemediğim, kullanmadığım hatta kullandırmadığım hiçbir ürünü önermedim, satmadım. Buraya aldığım ürünlerde de, referans olduğum markalarda da -gözümden kaçanlar hariç- aynı hassasiyeti göstermeye çalışıyorum.
Hepinize sevgi, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
